2013’ten 2016’ya gecen süre tam 3 yıl… Ne de çabuk geçmiş diye dönüp bakarız çoğunlukla – ama niye yalan söyleyeyim benim için hiç de çabuk geçmedi…Hatta daha en başındayken 3 sene nasıl geçecek diye hayıflanırken, 1 sene bile, 2 sene bile geçerken hala bir türlü gelemedim şu 3. seneye diye düşünüyordum!
Oğlum doğduğunda her şey çok farklılaştı; yepyeni bir heyecan, yepyeni bir sorumluluk ve yepyeni bir nefes. Ne de güzel bir şey. Meslek gereği pedagoji tahsili almış olmama ragmen bu yeni durum hiç de teoridekileri kapsamıyordu! Birçok yaş grubunu okuttum, her tür öğrencim oldu ama hiç 0-3 yaş arasını yakinen tanımamıştım! Çok da korkmuştum. Bilmediğim o seyleri çabuk öğrenebilirmiyim, çok iyi bir anne olabilir miyim, her zaman çocuğumun yanında olabilir miyim ve onu çok mutlu, huzurlu ve sağlıklı bir birey olarak yetiştirmek için temeli iyi atabilirmiyim soruları…Bunları gerçekleştirebilmem gereken en önemli misyonumdu.
Farketmemişim ki bu misyonun içinde kaybolmuşum, hatta kendimi kaybetmişim!
Işte bu uçuruma düşmemeli, her şey dengeli olmalı…
Şimdi söylemesi kolay, pilim bitti çünkü ama bana söylediklerinde hep kafamda ’hele bir 3 olsun da’ diyordum. Sanki çok kolay bir işmiş de!
Ama benim hep öyle olayı kestiremeyişim olur. Ya ‘over estimate’ ederim olayı ya da ‘under estimate’. Bir ortasını tutturamadım
Bendeki sabır manda yüreği tarzındadır. Herkes (ben dahil) buna şaşarım. Ancak, sona geldiğinde de patlarım…Bu sefer 2016’nın sonuna gelmeden yavaş yavaş patlak verdiysem de ‘my true self’ , nasıl desem, vücudum ve sinir sistemim patlamış oldu..
Aralık 2016 maraton hedefime ulaşmayı umuyordum ama sonbaharda, 3. seneye 3 ay kala pilim bitti. Ben pes etmemeye çalışsam da vücudum ve ruhum başka söylüyordu. Artık Aralık başını göremiyordum bile. Ne kadar yaklaşmışken ne kadar da uzak görünüyordu o ay! Aralık sonrası başlayacak olan yeni yaşamımı kesinlikle öne çekmeliydim. Bir 3 ay daha bekleyemezdim. Zaten benle parallel giden cosmos yine yardımıma koştu, bu misyonu beraber yürütecektik. Yaşasınnnn! Oğlum Aralık yerine Eylül’de kreşe başlayacaktı. Zaten mevsim olarak da daha uygun, hem havalar çok soğumadan hem de kış moduna girmeden bu iş hallolacaktı…Alıştırma dönemi biraz zor geçti ve yine önümü göremeyip ‘acaba bu daha ne kadar böyle sürecek’ diye düşünüyordum…Tam 2.5 ay sonra sabah ağlamaları bıçak gibi kesildi ve oğlum alıştı. Aralık’tan bu yana rahatlayıp kendime gelecektim ancak bu henüz gerçekleşememiş oldu bu zorlu süreç yüzünden…Ne yazık ki insanlar büyüdükten sonra olayları kontrol etme becerisi biraz daha azalıyor. Beklenmedik seylerle yüzleşmek, bir çok şey ile uğraşmak artık ana konular olmaya başlıyor. Sinsice yaklaşıyorlar siz farketmeden ve birdenbire size hapsediyor ve bir bakıyorsunuz o döngülere hapsolmuşunuz…
Gerçekçi olalım lütfen, bazen o bilinen şeyler, bilip de yapamadığımız şeyler gerçekten de bazı hallerde yapılamıyor. İşte o yüzden ‘yapılabilinenler’ üzerinde odaklanıp onları yapabiliyor hale getirmeliyiz. Kesinlikle! IŞTE BEN BUNU ESGEÇMİŞİM!…
Ama siz bunu es geçmeyin lütfen. O yüzden şimdi sizinleyim.
Şimdi kendime kızıyorum. Bu uzun hedefler bazen çok tehlikeli olabiliyor. Niye mi? Çünkü uzun süre bir şey yaparsanız bu sizin normaliniz olmaya başlıyor. Hayat biçiminiz oluyor. Ve siz başkalaşıyorsunuz. Belki de mutsuzlaşıyorsunuz gitgide. ‘Dur’ deyin, dayanmaya çalışmayın. ‘Biraz daha var’ demeyin. Bu süreç uzadıkça anormal bir şeylere yol açabiliyor. Sağlığınız ciddi bir şekilde etkilenebiliyor. Ve şimdi kendime baktığımda bazen çok geç olabiliyor diyebiliyorum ve duruyorum.
Ufak bir ameliyat geçirdim, önemli değil ama bu bile beni çok büyük manada düşündürttü..Sonucu bekleyiş bile insana en büyük korkuları yaşatabiliyor..Ancak, neden bu aşamaya gelelim? Neden zamanında müdahale edip de sonuçları iyi yöne çekmeyelim??
En önemlisi kendimizi es geçmeyelim. Özellikle yalnız iseniz ve merkez konumda iseniz, siz olmadan her şey tıkanıyorsa, siz kilit insansanız, işte o zaman bu yazı sizlere…Simdi geçen bu 3 seneyi biraz geri alabilseydim, sanırım aşağıdaki maddeler üzerinde birtakım değişiklikler yapardım : P
Bu sadece ‘anne’ mesleğimde yapmam gereken ama yapamadıklarımı kapsıyor.
- Uyku
Biliyorsunuz sağlıklı bir beden ve psikoloji iyi bir uykudan geçer. En huzurlu ve deliksiz şekilde uyuyabilirseniz ertesi güne çok daha enerjik ve mutlu olabiliyorsunuz. Belleğiniz daha kuvvetli, zihniniz daha çalışkan oluyor. Hatta yaşlanmak yerine vücut kendini yenilediği için yaşlanmıyorsunuz o kadar kolay…
Bendeki durum: Keşke o dönem başka bir çocuk doktoruna gitmiş olsaydım. Bana 3 saatte bir emzirmem için bebeğimi kaldırmam gerektiğini söylemişti. Ben de mışıl mışıl uyuyan bebeği uyandırıyordum. Yeni anne olmuş biri olarak bu benim görevim diyordum tabii ki ve uyumaya devam ediyordum ancak ilk aydan sonra zırt pırt kalkmak epeyce zor gelmeye başlamıştıç. 2. Ayın sonlarına doğru artık dayanamayacağımı hissediyordum. Korkulara kapılmıştım acaba uyku düzensizliğim hep bu şekilde devam edecek mi? Bu dönem bittikten sonra ya vücüdum bu uyanmalara alışırsa diyordum. Haklıydım! O kadar yerleşmiş ki gece 03:00’te uyanmam! Evet hala o saatte uyanıyorum ve uykum çok hafif! Uykumu yeterince alamıyorum.
Ders: Bilseydim sağlıklı bir çocuğu 2. aydan sonra uyandırmasam da olur diye belki de bu uyku bozukluğu oluşmazdı.
İşte 2. çocuk olduğunda neden insanlar biraz daha rahat? Çünkü ilkinde yaptıkları hataları 2. sinde yapmıyorlar…Çok klasik, herkesin bildiği bir şeydir bu…Sizin 2. çocuğa beklemeniz gerekmiyor- sadece bol bol okuyun…
2. Yardım
Bizim aile çok çekirdek, yardım edebilenler yoktu. Sürekli yanlız olmak, hele ilk 5 ay yemek pişir (zaten pişiremiyorsunuz, bazen yemediğiniz bile oluyor), ortalığı biraz toparla, bebek uyanınca ilgilen (ancak mükemmel bir şekilde) sonra akşam olsun bebek ile beraber aynı saatte yat!
Uzun bir süre böyle gidiyor. Deliresi bir durum! Bunu çok ağır bir yük olduğunu zamanla anladım. Tabii ki yardım edebileceğiniz biri yoksa mecbur bu şekilde yaşayacaksınız ancak yine de komşu veya tanıdık varsa ara sıra ‘yardım’ almaktan gerçekten hiç çekinmemek lazım.
Ders: Benim sürekli karşı tarafı düşünüp yük olmak istemeyişim veya yardım alma konusunda acizliğim olayı daha da karmaşık hale getirdi.
3. Mükemmeliyetçilik
Sürekli en iyisini yapmaya çalışmam, kendimi paralamam tabii ki mükemmeliyetçi olmaktan geliyor. Bu yönümü sevmiyorum. Hayatımı gereksiz şekilde zorlaştırıyor. Ne olacak bebek biraz ağlasa? Ne olacak anne biraz yanında olmasa? HAYIR. Benim bebeğim ağlamasın, olumsuz hisleri olmasın, anne her zaman yanında olsun. Güven duygusunu aşılamak ve yerleştirmek istiyordum. Çünkü okumuştum ki en önemli yaşlar 0-2 arası, bazısı diyor 0-3 arası. Onun dışında 6’ya kadar önemli de….(yahu aslında hep önemli! )
Bilmediklerimi internetten okuyup harmanlayıp bana en uygun olanını seçiyordum ama o kadar işin arasında bu da çok zor! Temiz hava alsın diye her gün çıkar dışarıya. Hatta o kadar kendine yüklen ki, köpeğim yazık evde kalmasın, 1 taş ile 2 kuş vur: Bebek arabasının yanına bağla her gün işten geldikten sonra en az 1.5 saat yürü. Ama bizim burası hep yokuş. Mahvoldum tabii. Ama bunu göremedim. Olsun, temiz hava bana da spor oluyor dedim.
Ders: Fiziken de kendime o kadar çok yüklenmişim ki, hem köpek hem çocukla çıkmak bir tarafa, o kadar çok yürü, dinlenmeden ve yokuş yukarı hızlı bir şekilde…bunu yazarken bile kalbim ağrıyor inanın!
Ama ne oldu? 1 senenin sonunda yukarıdaki güçler bana bir ders verdi: Apandisit! Bir gece ani ağrılarla acil’e gittik ve az kalsın patlayacak olan apandisitimi aldırdım! Tabii ki sonraki evdeki hareketlerim, bebeğimi kucağıma almalarım azaldı. Yokuş yukarı deli gibi hem köpeği hem bebeği gezirmelerim durdu. Mahallede gezmek de yeter Hatta evin önündeki bahçe de güzelmiş….
Niye büyük hedefler??
4. Bakıcı
Dünya tatlısı bir bakıcımız oldu. Eksik olan anneanne & babaanne boşluğumuzu da bir nevi doldurdu. Alışmam 1 seneyi bulmuş olsa da ona gönül rahatlığı ile bebeğimi emanet edebiliyordum. Bu da bir şans. Eve kamera da taktırmıştık arkadaşlarımızın tavsiyesi ile. Bana garip gelse de arada bebeği özlediğimizde hem eşim hem ben ona bakabiliyorduk Ancak işten sonra koşa koşa eve gelmem ve hiç bir anını kaçırmak istememem cok abartı. 5 dakikanın bile çok önemi vardı benim için! Oğlum 5.5 ayda bakıcıya başladığımızda yabancılamıştı onu, sadece beni gördüğü için ama zamanla alıştı. Ben 6.ayda işe başladığımda alışıktı. Ama zamanla o kadar alıştı ki bakıcı teyzemize, annesi sanıyordu! Ben koşa koşa eve özlem içinde gelirken o ben geldiğimde bana bakmıyor ve bakıcı onu bıraktığında ağlayabiliyordu. AYYY ilk bununla karşılaştığımda kahrolmuştum! Nasıl ağlamıştım günlerce…İşi bırakmak bile insanın aklına geliyor o ruh halinde! Bu sefer de hepten koşa koşa geliyordum annesi benim demek için!!!
Ders: Her şeyi bırakıp eve gitmek çok zor olabiliıyor. İnsanın biraz nefes alması gerekir. Yavaş yürü veya bir kahve iç git. Ben ise kafaya takık bir şekilde gidiyordum.
Bizim bakıcı ile anlaşmamız: ben eve gelince o gidiyordu. Halbuki insanın evde de yardıma ihtiyacı oluyordu. Gerçi ücretini ona göre düşük veriyorduk çalışma saati daha az diye ama yapı olarak ben de başka bir insanla hiç bir zaman rahat edemediğim için ve bakıcı veya başka bir çalışandan bile iş istemeyi sevmediğim için benim için bu çok zor bir işti…Ama değişmek gerek. Dedim ya, yardım almak gerek. Mümkünse çocuğunla sadece kaliteli zaman geçir. Ben hem kaliteli hem kalitesiz (yemek yaparken bir yandan ilgilenmek gibi) vakit geciriyordum. Yani tüm zamanımı!
5. İş hayatı
İş hayatının avantajını dezavantaja döndüren insanlardan oldum ben. Neden? İlk sene erken çıkıp düşük maaş alma formülüne karar vermiştik iş yerimle. Saat olarak iyi oluyordu ama ancak yetiyorduk + 1 elemanla Bu nasıl avantaja çevrilebilir? Erken çıkıyorsan önce bir yerde otur güzel bir kahve iç, dergi bak, veya sevdiğin bir şeyler oku ve eve öyle git. 1 saat farkedecek. Ama hayır, erken mi çıkıyorum- iş dışı olan saatimin maksimum düzeyde olanını çocuğumla geçirmeliyim, bu vakitler geri gelmez. Dogru! Bu vakit geri gelmez ama ciddi manada bozulan sağlık da bazen zor geri gelir….Bunu o esnada düşünmüyoruz tabii…
6. Bencillik
Hayatımın hiç bir evresinde gerçekleştiremediğim bir olgudan bahsediyoruz burada. Ne birine bir şey yaptırmayı severim ne hizmet edilmesini. ‘Önce karşımdaki, sonra ben’ ekolünden geliyorum. Nereden geldiyse bu! Böyle insan tipi çok nadir bulunur. Ben birini biliyorum Çok sevdiğim, hala dediğim, sahiden de halam gibi hissettiğim hatta kimi zaman annem olan bu halam ile kan bağımız olmadığı halde hastanede karışmışım da onun çocuğu gibiymişim diye hissettiğim olur! O kadar herkesin yardımına koşup, herkesi en ince ayrıntısına kadar düşünen bir insan. İşte o, işte ben!
Yukarıda bahsettiğim bu eksik olan huy, mükemmeliyetçilik ile birlikte hareket ediyor.
Kimse olmasa da yaparım. Her şeyi en iyi şekilde yaparım. Her şeyi aynı anda yaparım, naapalım. Kimseden de yardım almam. Ben de böyleyim işte.
Kendini düşünmez, diğer insanlar da kendi işlerini kendileri yapsın diyemezsen hem kendi işlerini hem onlarınkini, zaman gelir herkesinkini yapıverirsin ve sonunda iflas edersin. Nakavt olursun. Ve kimse o sırada anlamaz, iş işten geldikten sonra : Aaaa ne oldu? derler…
Hani bazı iş yerlerinde bu tiplemeyi görürsünüz; ‘Aaaa çok yoruldum, o kadar çok işim vardı ki, neler neler yaptım der. Onu bunu yapamaz..İşte o insanları ne yazık ki diğerleri hakikaten bir şey sanar ve bulunmaz bir hint kumaşı gibi ilgi görürler. Diğerleri onun çok çektiğini, ancak bizim gibi durumda olanların yaşadıklarını hiç görmezler! Böyle de bir dünya işte. Ve onlar hep takdir gorür şu dünyada..
Ders: Muzdarip olduğun şeyleri söyleyeceksin. Gerekirse insanların kafasını üteleyeceksin anlamıyorlarsa!
Ha ha ha!!!
SON DERS VE HER ZAMAN HER YERDE ANA FİKİR:
HER ŞEYİN BAŞI SAĞLIK…
Geçen ay kayınpederi kanserden kaybettik…
Dün bir iş arkadaşımın babasının cenazesindeydim..
Dün bir arkadaşım arayıp eski ortaokul sınıf arkadaşımın vefat ettiğini söyledi…
Dün Roger Moore ölmüş (eski James Bond kahramanı) – gerçi benimle bir alakası yok…
Ölüm insana bu kadar yakınken (ve uzak) diğer şeylerin gerçekten bir önemi kalmıyor..O yüzden gereğinden fazla olaylara kaptırıp boş yere bedenimizi, yüreğimizi ve ruhumuzu yormamamız gerekiyor…Kendimizi yıpratmamamız gerekiyor.
Keşke hepimiz bunu yapabilsek. Lütfen yapalım. Birbirimize söz verelim ve yapalım. Sadece kötü günlerde değil, bunu hep bilip yaşayalım. Her günümüz değerli, biz değerliyiz.
Siz değerli okuyuculara ve aslında herkese sağlıklı, huzurlu ve mutlu günler dilerim..
Sağlıcaklı kalın,
Yine burada görüşmek üzere,
Kelebek